Fahrenheit 451, Ray Bradbury'nin ünlü bilim kurgu romanı. Kitabın ismi
kağıdın 451 Fahrenheit’ ta yanmasına dayanıyor. Kitapların itfaiyeciler tarafından
yakıldığı, insanların sadece televizyonda beyin yıkayıcı şovlar izlediği tek
istediklerinin daha az düşünmek (hatta hiç düşünmemek) olduğu, kitap bulundurup
düşünen insanların yok edildiği, farklı olanın sindirildiği ve düşman olarak
görüldüğü sıradanlığın ve bir birine benzemenin yüceltildiği sevgi, hüzün vb
duyguların ötelendiği bir gelecekte
geçmekte. Kitapta ilk göze çarpan Otoriter, baskıcı bir devlet resmi olsa da
kitabın ilerleyen bölümlerinde durumun hiç te öyle olmadığını görüyoruz. İnsanların
kitaplardan televizyona yönelmelerinin aslında kendi tercihleri olduğunu
anlatıyor yazar. İtfaiye şefi Beatty’ in Montag’a, itfaiyenin yangın söndüren
bir kurumdan kitap yakan yangın çıkaran bir kuruluşa zamanla, nasıl dönüştüğünü,
evirildiğini anlatışını okuyoruz.
“Eleştirmenler,
kitapların satışlarının durmasında şaşılacak bir şey olmadığını söylediler. Oysa
halk, ne istediğini bilerek, mutluluktan başları dönerek, çizgi roman
kitaplarının daha uzun ömürlü olmasını sağladı. Şüphesiz, üç boyutlu seks
dergilerini de. Anladın mı Montag. Devlet’ ten tepe den inme bir şekilde
gelmedi bunlar. Ne baskı, ne uyarı, ne sansür başlangıçta hiçbiri yoktu, Hayır.
Bu oyunu, teknoloji, kitlelerin sömürüsü, azınlıkların baskısı devam ettirdi,
tanrıya şükür. Bugün, bunların sayesinde, her zaman mutlu kalabileceğin için,
çizgi roman kitaplarını, eski iyi itirafları ve ticaret mecmualarını okuma
özgürlüğü var.”
Kitap zaman zaman okurlarca
yanlış anlaşılmış. Totaliter, sansür uygulayan, yazınsal türü kendisine düşman
edinmiş bir devlet algısı ön plana çıkmış, eserde ki bir okur olarak insan
gözardı edilmiş. Kitabının zaman zaman okurlarca yanlış anlaşılması yazar Ray
Bradbury un “kitabım hep yanlış
yorumlandı .Fahrenheit 451 ne sansür ne de otoriter devlet üzerineydi, romanımı
o sıralar Amerikayı kasıp kavuran mccharty soruşturmalarına bir karşı çıkış
saymak da doğru olmaz. Romanım aslında televizyonun okumaya, özellikle de
edebiyata ilgiyi nasıl yok ettiğini
anlatıyordu. Bu bakımdan romanımda suçlu sandalyesinde oturan devlet değil ,
bizzat halkın kendisidir”.demiştir
1950’ler de yazılmış bu kitapta
yaşanan olaylar, günümüzde ne kadar gerçekleşmiştir ve ne kadar distopiktir, düşünmek
gerek. Bradbury ilk önce insanlar
kitaplardan vazgeçti, süreci onlar başlattı demekte haksız mıydı. Sanırım bu
gün gözünü cep telefonlarından bilgisayarlardan ve tv
den ayırıp etrafına bile bakmaktan vazgeçmiş olan insanlar, bu soruların
cevabını az çok hepimiz biliyoruz.
ne yazık ki sansür uygulamaya gerek bile yok. düşünmek istemeyen insanlara, neden sansür uygulayalım ki? mutlu olmak için cahil olmak yeterli. mutluluk için özgürlüklerinden vazgeçen insanları yadırgamak istemiyorum yine de. bin dokuz yüz seksen dört, hayvan çiftliği ya da cesur yeni dünya'yı okuduktan sonra da tıpkı bu kitabı okuduktan sonraki hislere kapıldım. gerçek orada açıkça duruyordu ama insanlar görmek istemiyorlardı. eğer hala izlemediysen equilibrium filmi izlemeni tavsiye edeceğim. : )
YanıtlaSil