Kieslowski’nin üç
renk üçlemesinde blue özgürlüğü temsil eder,bir kadının
hatıralarından, duygularından ve eskiye dair her şeyden kurtulmasını.
Julie kocasını ve çocuğunu kaybettiği bir kaza sonrasında
büyük acısını yenmeyi, hatıralarından kaçarak, kendisine yeni bir hayat
kurmakta bulur. Evini ve eşyalarını satar çantasında bulduğu kızına ait şekeri
içinde biriken acıyla yer, kocasına ait besteleri çöp konteynırına atar. Sahip
olduğu mutluluğu hatırlamak istemezken mavi odasında ki mavi kristallerden
yapılmış lambasını ise yanına almadan edemez (tüm hatıralarını böylece yanına
alır)melankolik ve özgür mavi film boyunca julie’ nin yüzünden seyirciye
yansır. Filmde julie’nin acısına
seyirciye aktarma için artık bir şey yapmasına gerek yoktur yüzüne düşen
gölgeler ,yüzünde ki mavi ışıkların oynayışı tüm acısını seyirciye geçirir. Yalnızlığı,
üzüntüyü, depresyonu, bilgeliği ve sadakati simgeleyen blue filmde kadın karakterle özdeşleşmiştir ve blue her
yerdedir.
Kocası ve çocuğunun kaybıyla kendi hayatından da vazgeçen
julie televizyonda kocasının sevgilisiyle olan resimlerini gördüğün de ise , geçmişinde ne kadar yanılmış,
yanıltılmış olduğunu öğrense de bu sadece hayal kırıklığı yaratır onda, acısı
kine dönüşmez.
Filmi eşsiz kılan en önemli unsur ise şüphesiz filmle
müziğin iç içe kullanımıdır. Özellikle julie’nin kocasının bestelediği notalara
bakarken, onlara dokunurken notalarla beraber akan müzik hem müziğin
muhteşemliği hem de bunu kurgulayan yönetmenin dehasıyla insanı kendisine
hayran bırakır.
Filmin en etkileyici sahnelerinden birinde ise julie uzun
taştan bir duvarın yanında yürürken, birden elini duvara sürterek yürümeye
başlar içindeki acıyı gözyaşlarıyla dışarı atamayan karakterin acıya dayanamama
noktasıdır bu. Julie ağlayamaz çünkü acı o denli büyük olduğunda değil ağlamak
insan nefes bile alamaz…